Hayvanları yemediğimi söylediğimde, sorulan soruların başında balık da mı yemediğim geliyor. Her ne kadar yıllardır karada yaşayan hayvanların etini tüketmeyip deniz canlılarının yenmeye devam edildiğine belki sık sık rastlıyor olsak da deniz canlılarının, özellikle de balıkların neden diğer canlılardan bu şekilde ayrıldıklarını anlamlandırmakta epey zorlanıyordum. Yaptığım küçük çaplı bir kamuoyu araştırmasında, karadaki canlıları yemenin masum olmadığı, ancak deniz canlılarını yemenin masum olabileceği düşüncesi ile karşılaştım. Tam da bu zaman diliminde yolum Seaspiracy ile kesişti.
Sahi ne anlatıyordu bu Seaspiracy, ve balıkçılığın gerçekten masum olma ihtimali var mıydı?
Seaspiracy
Seaspiracy, film yapımcısı Ali Tebrizi’nin yönettiği, balıkçılığın çevresel etkileri hakkında bir belgesel filmi. Bu belgeselde Ali, sürdürülebilir bir endüstriyel balıkçılık modelinin mümkün olup olmadığını ararken yunus avlarından balina avlarına, ton balığı endüstrisinden köpek balığı yüzgeçlerinin pazarına kadar pek çok konuyu araştırmak ve yerine gözlemlemek için partneri ile birlikte kimi zaman oldukça büyük tehlikeleri olan yolculuklara çıkar. Sivil toplum kuruluşları ve sürdürülebilir balıkçılık sertifikası veren çeşitli kurumlarla röportajlar gerçekleştirmeye çalışır. Ancak en sonunda fark eder ki, sürdürülebilir balıkçılık için yapılabilecek tek bir şey vardır: deniz canlılarından uzak durmak. Ve en önemlisi, onları tüketmemek.
Seaspiracy, bize başlar başlamaz balık yemenin doğru olmadığından bahsetmiyor. Bu aşamaya gelene değin belgeselin yapımcısı Ali ile birlikte farklı duraklara uğruyor ve farkındalığımızı derinleştirerek bu noktaya geliyoruz. Bu farkındalıkların her biri de aslında neden balık yemenin masum olmadığını aşama aşama derinleştiren etmenler.
Denizin Ve Deniz Canlılarının Yaşam Döngüsündeki Önemi
Dünya’daki canlıların %80’i denizlerde yaşıyor. Dünya’nın dörtte üçünün sularla kaplı olduğunu düşünürsek bu oranın bizi şaşırtmaması gerektiğini de görebiliriz. Ancak yine de bu oranı duyar duymaz, insan şaşırmadan edemiyor. Bu da bize aslında şunu gösteriyor: İnsanlar olarak birer kara canlısı olduğumuz ve keşif alanlarımızı kara parçalarında ilerlettiğimiz için sanki düzenin büyük bir çoğunluğunun karada var olduğu yanılgısına kapılabiliyoruz. Oysa sular, keşfedemediğimiz için yok sayamayacağımız ve onsuz da yaşayabilecek kadar güçlü olmadığımız bir ekosistem.
Onsuz da yaşayamayacağımız diyorum, çünkü yaşamamız için soluduğumuz oksijenin %85’inin kaynağı denizler. Yunus ve balinalar yüzeye çıkıp nefes aldıklarında okyanuslardaki fitoplankton isimli minik bitkileri beslerler. Bu fitoplanktonlar da her yıl Amazon yağmur ormanlarından dört kat daha fazla karbondioksit emer ve soluduğumuz oksijenin %85’ini üretir.
Karbon emisyonlarını azaltma ve iklim krizinin önüne geçme gibi konuların günümüz dünyasının en güncel problemleri olduğunu düşünürsek, en büyük karbon tutucu olan denizin önemini daha iyi kavrayabilir ve deniz canlılarının korunmasının dünyayı pek çok felaketten kurtarabileceğini görebiliriz.
Fotoğraf: Seaspiracy – Netflix
Balıkçılığın Atıkları
Özellikle sivil toplum kuruluşları tarafından neredeyse hiç değinilmeyen bir konu da denizlerdeki atıkların büyük bir kısmını atık balık ağlarının oluşturduğu. Büyük Pasifik Çöp Alanı olarak bildiğimiz, okyanusun ortasındaki çöp yığını olan Yedinci Kıta’nın %46’sını atılmış balık ağları oluşturuyor. Balıkçı gemilerinin kullandığı ip ve misinalar, her gün Dünya’nın etrafını 500 kez sarabilecek kadar fazla. Karaya vuran balinaların midelerinden en çok çıkanlarsa yine bu atık ağlar ve ipler.
Yapılan bir araştırmaya göre plastikler yüzünden dünyada yılda yaklaşık 1000 deniz kaplumbağası ölürken, yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde balıkçı gemilerinin ağları yılda 250 bin deniz kaplumbağası yakalıyor, yaralıyor ya da öldürüyor. Amaç bu sayılar ile plastiği aklamak elbette değil, ancak okyanuslardaki atığın yalnızca %0.03’ünden sorumlu olan plastik pipetlerin deniz kaplumbağalarını yaraladığı videonun bu kadar gözler önüne serilmesinin yanı sıra balık ağları ile ilgili neredeyse hiçbir söylemin olmayışının ardındaki nedenleri görebilmek de oldukça önem taşıyor.
Sürdürülebilir Balıkçılığın İmkansızlığı
Seaspircay’de belgeselin yapımcısı Ali, farklı bölgelere giderek türlerin neden avlandığına dair bilgiler toplarken, piyasası olmamasına rağmen avlanan pek çok tür olduğunu keşfediyor. İnsanların etini bile yemedikleri balıkları neden avladıklarını anlamlandıramayan Ali, yaşananları bizzat yerinde gördüğünde her şeyi anlıyor.
Pek çok tür, aslında piyasası olan türler avlanırken yanlışlıkla (!) balıkçı ağlarına takılıyor ve bu şekilde öldürülüyor. Balık ağları çekilirken, istenenin dışında olan türlerin öldürülmüş bedenleri, yeniden denizlere bırakılıyor. Yunus Dostu Ton Balığı Sertifikaları’nın da verilmesinin nedeni olan bu avlanma biçimini daha çok araştıran Ali, bu sertifikaları alan kuruluşların nasıl denetlendiğini de araştırıyor.
Sertifikaları verenlerin açıklamaları ise oldukça zavallı. Avlanmaların asla tam olarak denetlenemeyeceğini, denetleyicilerin her balık avına katılamayacağını (ve haliyle katılmadıklarını da) ve bu sertifikaların güvenilirliğinin tamamen avlanan kurumun beyanına bakılarak sağlanabileceğini söylüyorlar. Kurda kuzuyu emanet etmenin bir başka versiyonu olarak.
Üstelik Ali’nin dikkatini çeken yalnızca bu Yunus Dostu Sertifikaları değil, çünkü bu avlanma biçimleri yalnızca yunusları etkiliyormuş gibi bir algı yaratılsa da, trol ağları* ile karşılaşan Ali, avlanmanın ağın geçtiği her yeri yok ettiğine ve bir ekosistemi çökerttiğine şahit oluyor. Bu ekosistemlerin kendilerini yenileyebilmeleri için bile epey bir zamana ihtiyaçları varken, her saniye kilometrekarelerce alanın yok edildiğini bilmek can yakıyor.
Tüm bu bilgiler ışığında, “Peki ne yapabiliriz?” sorularını, işin profesyoneli olmadan cevaplamak pek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Ancak deniz canlılarını tüketmekle ilgili düşünmek, beslenme alışkanlıklarımızı sorgulamak ve her şeyden önemlisi yaşadığımız dünyadaki yerimiz ile ilgili tekrar tekrar düşünüp eylemlerimizi gözden geçirmek, daha farklı kararlara yönelmemizi sağlayabilir.
Denizin ve içindekilerin canlı kalacağı günlere.
* Trol ağları, yelkenli teknelerden ya da gemilerden bu yana kullanılmakta olan, balık avı araçlarının arasındaki bir av gerecidir. Trol ağlar, günümüzde iki farklı tipte kullanılmaktadır. Bu tipler, kapılı (tek gemi ile çekilen) troller ve kapısız (iki gemi ile çekilen) trollerdir. Trol gemilerinin yardımı ile yapılan balık avına ise, “trollemek” denmektedir.
Kaynak ve Öneriler: